Şehrimizde Şekerdere Caddesi açılmadan önce çarşıya giden yol Uzunoluk Caddesinden inerdi. Tam postane önüne geldiğinizde her gün sabah omuzlarında kazma kürek bekleşen insanlar görürdünüz. Yanlarına doğru yaklaştığınızda hemen etrafınızı sarar ve bir iş bulma ümidiyle gözünüzün içine bakarlardı. İhtiyacınız varsa bir veya birkaç alır giderdiniz. Genelde genç, güçlü kuvvetli olanlar çabuk iş bulur biraz yaşlı olanlar bazen iş bulamayıp evlerine doğru mahzun ve mükedder bir şekilde döner giderlerdi. Çocukluğumda onların iş bulamadıkları gün ne yaptıklarını çok merak etmişimdir. Düşünebiliyor musunuz? Büyük umutlarla bir yevmiyelik iş için gittiğiniz işçi pazarından eliniz boş dönmek ve bu korkuyu her günün sabahında yeniden yaşamak ne kadar zor bir şey.

İnsanın düzenli bir işi, bir kazanç kapısı olması ne büyük nimet. Her gün kapısını kendisinin açtığı bir işyerinin olması ne büyük hazine. Allah kimseyi yokluk ile terbiye etmesin. Ne var ki, varlık kadar yokluk ta hayatın bir gerçeği. Bu hakikati Allah (cc) şöyle ifade buyuruyor: "Dünya hayatında onların geçimliklerini aralarında biz paylaştırdık. Birbirlerine iş gördürmeleri için bazılarını bazısına derecelerle üstün kıldık." (Zuhruf Suresi, 32.ayet) 

Demek ki ilahi hikmet gereği bazılarımız işveren, bazılarımız da işçi olabilirmişiz. Her kimin elinin altında bir kardeşi işçi ise bilsin ki o, ona Allah'ın bir emanetidir. Peygamberimizi'in diliyle "Her kimin kardeşi elinin altında bulunursa, ona yediğinden yedirsin, giydiğinden giydirsin, onlara güçlerini aşan işler yüklemesin. Eğer ağır işler yüklerseniz, onlara yardım edin." emrine itaat edilmelidir.

Bizim Göllü'de bir bağımız vardı. Bağdaki işlerimizi de genelde Göllü Köyü'nün insanları yapardı. Yani yevmiye ile çalışan işçilerimiz vardı. Babam ne zaman bir işçi çağırsa o gün mutlaka çay pişirilir, öğleye yemek yapılır ve işçilerimiz de ev halkının yediğinden yerlerdi. Bu bir gelenekti ve ihmal eden ayıplanırdı.

İşvereninden böyle bir ilgi gören işçi işi yarım bırakmaz. Vakit dolsa bile işi bitirip gitmeye gayret ederdi. İşçiler ailenin bir ferdi gibiydiler ve yevmiyeleri iş bitiminde avuçlarına ödenirdi.

Sonraları şehrimiz sanayileşme alanında mesafeler kat etti. Fabrikalar kuruldu, kardeşlik unutuldu, sendikalar araya girdi. İş hayatı, işçi ve işveren sendikalarının meydan muharebesine kurban edildi.

Şimdilerde "İşçinin ücretini alnının teri kurumadan veriniz." tavsiyesini unutan işverenlerin acımasızca sömürdükleri işçiler, çalıştıkları fabrikaların kendilerine Allah'ın bir lütfu olduğunu unutarak onlar da işin kalitesini düşürdüler.

Efendimiz (sas)'in "Hizmetçileriniz, kardeşlerinizdir." tavsiyesi unutuldu gitti. 

Yine Peygamberimiz (sas) buyuruyor ki: "Üç şey vardır ki, kimde bulunursa Allah onu koruması altına alır ve cennete koyar. 

1. Güçsüzlere yumuşak davranmak.

2. Anne babaya şefkat göstermek.

3. Elinin altındakilere iyi muamelede bulunmak.

Şimdi Allah aşkına söyler misiniz, asgari ücretle çalıştırdığınız işçinizin de bir ailesi olduğunu, onların da bazı hayati ihtiyaçlarını karşılayacak imkana sahip olmaya haklarının bulunduğunu ne zaman hatırlayacaksınız? Hele de Suriyelilerin şehrimize gelmesiyle birlikte haklarını çiğnediğiniz emektarlarınıza "İşine geliyorsa böyle, yoksa Suriyeliler kapıda bekliyor." demek suretiyle onların haysiyetlerini incitmiş olmuyor muyuz? 

 Vaktiyle üç arkadaş bir yolculuğa çıkarlar. Geceyi geçirmek için sığındıkları mağaranın önünü gece yağan yağmurla sürüklenen bir kaya kapatır. İçeride mahsur kalan üç arkadaş aralarında şöyle konuşurlar: "Bundan önceki hayatımızda yaptığımız iyi şeyleri Allah'a arz edelim ve buradan bizi kurtarmasını dileyelim." Biri der ki: "Ya Rab! Ben bir işçi çalıştırmıştım. Benden hakkını almadan gitti. Çünkü ücretini az bulmuştu. Onun ücretini çalıştırdım, onun adına hayvanlar aldım. Hayvanlar çoğaldı, bir sürü meydana geldi. Bir gün adam çıka geldi ve hakkını istedi. Ben de, şu sürü senindir dedim. Benimle alay etme dedi. Ben de, hayır, etmiyorum. Senin paranı çalıştırdım. Allah ta bir bereket verdi, bu sürü senin dedim. Adam sürüyü aldı ve gitti. Eğer bu davranışım senin katında bir mana ifade ediyorsa, Ya Rab, şu mağaranın kapısını arala" dedi. Diğerleri de böyle şeyler söylediler, mağaranın önü açıldı. 

 Şunu unutmamalıyız ki, dünya bir imtihan yeri. Bazen işveren, bazen de işçi olabiliriz. Hepimiz sınandığımızı aklımızdan çıkarmayalım.

 Eğer işçilerimizi, hizmetkarlarımızı üzersek, şu hadis-i kutsinin muhatabı oluruz ki Allah korusun. Rabbimiz buyuruyor ki: "Kıyamet gününde karşısına bir hasım olarak dikileceğim üç çeşit insan vardır.

1. Benim ismimi kullanarak söz verip sözünde durmayan.

2. Hür bir insanı köle diye satıp parasını yiyen.

3. İşçiyi istihdam edip işini yaptırdığı halde ücretini ödemeyen.

 

Dünün işverenleri iken bugün dolmuş parasını bulamayan nice insanlar var ki, bizler için ibret vesikası. Yarın aynı akıbete biz de duçar olabiliriz. O halde Rabbimizin bizleri; işverenin işçisini evladı gibi sevdiği, işçinin ise işine ibadet ediyor gibi yaklaştığı günlere ulaştırması dileğiyle.

Kalın sağlıcakla.