Yâ Râb, bu uğursuz gecenin yok mu sabâhı? Mahşerde mi bîçârelerin, yoksa felâhı!
Nûr istiyoruz... Sen bize yangın veriyorsun! 'Yandık! 'diyoruz... Boğmaya kan gönderiyorsun!
Sönsün de, İlâhi, şu yanan meş'al-i vahdet Teslîs ile çöksün mü bütün âleme zulmet?
Üç yüz bu kadar milyonu canlandıran îman Olsun mu beş on sersemin ilhâdına kurban?
İslâm ayak altında sürünsün mü nihâyet? Yâ Rab, bu ne hüsrandır, İlâhi, bu ne zillet?
Mazlûmu nedir ezmede, ezdirmede mânâ? Zâlimleri adlin, hani öldürmedi hâlâ
Câni geziyor dipdiri... Can vermede mâsûm Suç başkasınındır da niçin başkası mahkûm?
Eyvâh! Beş on kâfirin îmanına kandık; Bir uykuya daldık ki: cehennemde uyandık
Mâdâm ki, ey adl-i İlâhi yakacaktın... Yaksaydın a mel'unları... Tuttun bizi yaktın
Küfrün o sefil elleri âyâtını sildi: Binlerce cevâmi' yıkılıp hâke serildi
Dul kaldı kadınlar, babasız kaldı çocuklar, Bir giryede bin ailenin mâtemi çağlar!
En kanlı şenâatle kovulmuş vatanından Milyonla hayâtın yüreğinden gidiyor kan!
İslâm'ı elinden tutacak, kaldıracak yok... Nâ-hak yere feryâd ediyor: Âcize hak yok!
Yetmez mi musâb olduğumuz bunca devâhi? Ağzım kurusun... Yok musun ey adl-i İlâhî!
Mehmet Akif’i isyanın eşiğine getiren bu ağıt birinci cihan harbinin en vahşi saldırılarının yaşandığı dönemde yazılmıştır. Bugün tarih tekerrür ediyor ve biz aynı delikten kaçıncı kes ısırılıyoruz. Lakin bir farkla, artık birinci cihan harbindeki işgal girişimini silahsız, imanla, kazmayla, kürekle püskürten bu aziz milletimiz, güçlü bir orduya ve birçok deneyimle metaneti, sabrı, cesareti güçlenmiş evlatlara sahiptir ve bu kuşatmaya öylece karşı koymaktadır. Allahu Teala “Acaba sizden öncekilerin başlarına gelenlerin benzeri sizin de başınıza gelmeksizin, kolayca cennete gireceğinizi mi sandınız? Onlar öylesine ağır sıkıntılara ve zorluklara uğradılar. Öylesine sarsıldılar ki, peygamberleri ile çevresindeki inanmışlar ‘Allah’ın yardımı ne zaman gelecek?’ dediler. İyi bilin ki, Allah’ın yardımı yakındır.” (Bakara, 214) Sevgili Peygamberimiz (sav)'in de geçmiş milletlerin gördükleri eziyetlerden bahsederken onların baştan aşağı testereyle biçildiği, ateş çukuruna diri diri atıldığı dönemlerde sabrettiklerinden dolayı zafere ulaştıklarını bildirdiğini görüyoruz. Efendimiz (sav) vefat eden evladına üzülüp ağlayan dövünen ve bağırıp çağıran bir kadına rastladı. Ona arkadan “Allah’tan kork, sesini yükseltme, sabret” buyurdular. Kadın kendisine kimin seslendiğini bilmiyordu. Dedi ki “Benim başıma gelen belayı biliyor musun?” Efendimiz yoluna devam etti. Kadını uyardılar, “Sana nasihat eden Peygamberimizdi” diye. Kadıncağız utandı, koştu Peygamberimizin huzuruna çıktı. Özür diledi: “Sizin olduğunuzu bilemedim Ya Rasulellah” dedi. Efendimiz ona “En faziletli sabır, felaketle karşılaştığın ilk sadmededir (andadır)” buyurdular. Ülkemiz Çanakkale'den sonra daha komplike, daha ince hesaplanmış, dışardan ve içerden hainlerin, emperyalist devletlerin birlikte kurguladıkları, ilan edilmemiş bir kuşatma altındadır. Maalesef bu kuşatmaya muhatap olan ülkemiz birkaç cılız destekten başka, dostlarından ve stratejik ortaklarından bir yardım şöyle dursun, ihanet görmektedir. Terörü finanse eden, eğiten, onlara silah araç ve gereç veren maalesef batı uygarlığıdır. Ve maalesef maşa olarak ta bir Müslüman ülke kullanılmaktadır. Bugün Türkiye Cumhuriyeti'nin Irak ve Suriye politikasına en çirkin saldırılar bu Müslüman ülke ve onu kullanan ülkelerden geldiği gibi, Irak, Suriye, Yemen, Filistin, Suudi Arabistan gibi ülkemizin yakın komşularında yine bu ülke üzerinden bize karşı bir kuşatma politikası güdülmektedir. Tarihinde hiçbir dönemde gayrimüslimlerle çatışmayan bütün gücünü Müslümanlar üzerinde deneyen bu ülkenin hakettiğini en son veren kudretli padişahımız Yavuz Sultan Selim Han olmuştur. Ülkemiz bir yandan çok farklı terör örgütleriyle mücadele ederken, bir yandan da bu batılı ve doğulu ülkelerin hainane tertipleriyle başetmeye çalışmaktadır. Doğrudan karşımıza çıkmaya cüret edemeyen devletler, vekâlet savaşları ile piyonlarını üzerimize göndermektedirler. Terör örgütlerine silah verdikleri açıkça tespit edilen Amerika ve Avrupa her saldırıdan sonra timsah gözyaşları dökmektedirler. Güya bunlar stratejik ortaklarımız. Bu nasıl ortaklıksa. Vaktiyle bir yılanla bir aslan stratejik ortaklık kurmuşlar. Beraber avlanıyor, bulduklarını beraber yiyorlarmış. Birgün bir nehirden geçmeleri gerekmiş. Yılan demiş ki "aslan kardeş ben suyu hiç sevmem, senin boynuna dolanayım, beraber nehri geçelim" demiş. Aslan olur demiş, suya girmişler. Tam suyun ortasında yılan demiş ki "Aslan kardeş huyum kurusun, boynun çok hoşuma gitti, seni ısıracağım" Aslan yapma etme dese de, dinletememiş. Son bir gayretle demiş ki "madem ısıracaksın, uzat şu başını da son bir kez öpeyim seni. Bir sürü hatıramız var, vedamız güzel olsun." Yılan başını uzatır uzatmaz aslan onun başını gövdesinden ayırıvermiş. Sudan çıkmış. Yılanı bırakınca ölü yılan boylu boyunca uzanmış toprağa. Ve aslan kükremiş "ARKADAŞ, BEN ÖYLE EĞRİ BÜĞRÜ ARKADAŞ İSTEMEM. ARKADAŞ DEDİĞİN BÖYLE DÜMDÜZ OLMALI" demiş. Bu satırları yazarken Kayseri'den gelen yeni bir sadme ile ülkemin bir daha sarsıldığını gözyaşlarıyla haber aldım. Asıl anlatmak istediğim şey tam da bu kardeşlerim. Biz şerbetliyiz. Bir ölür bin diriliriz. Bizi tanımayanlar dedelerinin tarihine bir göz atsınlar. Dedeleri, bizim cepheye nasıl da mertçe, cesurca koştuğumuza defalarca şahit olmuşlardır. Torunları da şahit olacaklardır, bizim kahramanlıklarımıza.. Şimdi almamız gereken bütün tedbirleri içerde ve dışarda aksatmadan, savsaklamadan bir yandan yerine getirirken bir yandan stratejik ortağı yılana karşı son darbeyi vuruncaya kadar sabreden ASLAN gibi sabredeceğiz. Bu sabır asla bir geri adım değildir. Aksine, "sinir muhakemeyi engeller" prensibince sinirlenmeden, alınacak tedbirlere yoğunlaşmaktır. Cumhurbaşkanımızın genel seferberlik çağrısına uyarak, her birimiz bir istihbarat görevlisi gibi sitemizde, sokağımızda, çarşımızda, şehrimizde, sosyal medyada gördüğümüz ihanet kokan her hareketi devletin yetkili makamlarına bildirmek, öncelikli görevimiz olmalı. Ayrıca şehitlerin layık oldukları ihtimamı onlara gösterirken dul ve yetimlerine sahip çıkarak bir yandan da kazancımızı en tasarruflu bir biçimde değerlendirmemizi ve dünyanın hızla yöneldiği o nihai HESAPLAŞMAYA hazır olmamızdır. Bütün bir millet olarak yeni borçlanmalardan ve israfa varan harcamalardan sakınarak, yarın öbür gün çok daha önemli harcamalarımız için biriktirmeliyiz. Büyük devlet olmak, büyük fedakarlıklar ister. Nefsi hazlarımızı bir müddet askıya alarak; Allah için, vatan için, din için yapılması gereken tedbirleri önemsememiz ve provakatif hareketlerden sakınmamız gerekir. "Hırs ile kalkan zararla oturur" buyuran atalarımız bize acı hadiseler sonrasında bile metanetimizi bozmadan, itidal içerisinde devletimize yardımcı olmak, verilen görevleri bihakkın yerine getirmek, mesai mefhumu olmaksızın gece gündüz çalışmak yolunu göstermişlerdir. Acılarımız çok büyük ama metanetimiz, cesaretimiz, imanımız bütün acıları yüreklerimize gömecek kadar kuvvetlidir. İçerde ve dışarıda uğradığımız bütün ihanetleri bir yere not edin. Şimdi intikam hırsıyla değil; vatanın bütünlüğü, istiklal ve istikbalimizin devamlılığı ile ilgili tedbirler alma günüdür. Ama unutmayın, bu millet bütün mazlum coğrafyaların umududur ve ayakta kalmalıdır. Son mazlumun, zalimlerin zulmünden kurtarılmasına kadar cepheyi terk etmemeye, kanımızın son damlasına kadar çarpışmaya mecburuz. Şehitlerimizin ruhları şad olsun. Gazilerimize Allah'tan şifa diliyoruz. Rabbim şahid olsun ki, son neferimiz şehid oluncaya kadar bu mücadeleden vazgeçmeyeceğiz. Gazanız mübarek olsun.