SANCI

Üstesinden gelemediğimiz sorunların üstüne bir şal çekmeyi severiz biz. Dilimizde bu durumu çok güzel izah eden ‘halının altına süpürmek’ deyimi meşhurdur.

Görmek istemediklerimizi halının altına süpürür! Kendimizce başkalarının da görmesini istemeyiz. Taa ki birisi halının altını kaldırıncaya kadar... o zaman bütün görmek istemediklerimizle yüzleşmek zorunda kalır ve mahçup oluruz.

Türkiye uzun bir süredir görmek istemediği sorunların üstüne bir şal çekmeye çalışıyor. Devlet öyle yapıyor, vatandaş da aynısını yapıyor. Eğitimde işler iyi gitmiyor, tarımda iyi gitmiyor, çevre politikamız iyi değil, dış politikamız çok zikzaklı ama hepsinden önemlisi güvenlik meselesinde işler hiç iyi gitmiyor.

İnsanlar iki şeyi sağlamadan yaşamlarını idame ettiremezler. Bunlardan birincisi güvenlik, ikincisi gıda... Çok şükür ülkemiz insanı belirli sorunlara rağmen gıda konusunda bir sıkıntı yaşamıyor. Ancak iç güvenlik noktasında aynı şeyleri söyleyebilmek maalesef mümkün değil.

Türkiye Cumhuriyeti kuruluşundan bu güne vatandaşları ile bir şekilde sorun yaşadı. Bu sorunların bir çoğu zaman içinde güzellikle çözüldü. Dün şikayet ettiklerimizin çoğunu bugün hatırlamıyoruz bile. Ancak bir sorun var ki Devletin kuruluşundan bu güne sürekli içimizde ‘sancı’ olarak yaşadı...

Bu sorunu hepimiz biliyoruz. Devletimizin egemenliğini, vatandaşlarımızın huzur ve refahını hedef alan etnik temelli, bölücülük sorunu. Devlet bu sorunla baş edebilmek için bugüne kadar çok uğraştı. Neredeyse, aklımıza gelen-gelmeyen bütün seçenekler denendi, ancak gelinen noktada olumlu bir netice alınabildiğini söylemek gerçekten güç.

Hükümet 15 yılı bulan tek başına iktidarı süresince bu meseleyi halının altına süpürmeyi tercih etti. Devletin güvenlik kodlarıyla oynandı, sorunun kolaycılıkla çözülebileceği sanıldı. Bu konuda kamuoyu kandırıldı. Hatta ‘şehitlik’ gibi bir ulvi mertebe bile ‘analar ağlamasın’ teranesiyle amiyane tabirle ucuzlaştırıldı.

Elbette, analar ağlamasındı. Analar nasıl ağlamayacaktı bu soruya bir türlü cevap verilemedi. Çözüm süreci kepazeliğinden, akil adamlar müptezelliğine, çadır mahkemeleri sefahetine kadar bir sürü gayri ahlaki yöntem denendi. Bebek katili bölücü başına methiyeler düzüldü, yetmedi neredeyse kahraman! yapılarak sözde süreç bir eşkiyanın insafına terk edildi. Mesajları, deklerasyonları okundu... İçerde ve dışarda gizli-açık bir sürü adına görüşme denen ‘pazarlık’ yapıldı.

İnsaf sahibi, vatansever insanların ikazları, kibirli ve gayri ahlaki ithamlarla görmezden gelindi hatta reddedildi. 7 Haziran seçimleri sonunda oluşan tablo hükümetin aklını başına getirmiş olacak ki, birden 180 derece tavır değiştirerek terörle ‘müzakere’ yerine ‘mücadele’ etmeyi seçti.

Bugün vatan coğrafyamızın bir bölümünde yaşananlar geç kalmış bu mücadelenin sonuçlarıdır. Şayet bu mücadele 15 yıldır verilmiş olsaydı, sıfır noktasında alınan terör bugün bu noktalara gelmemiş olurdu.

Çok geç kalınsa da... her şey bitmiş değildir. Devletimizin egemenliğine, al bayrağımıza, vatandaşlarımızın huzur ve refahına kast etmiş ihanet şebekesinin kazdıkları ‘hendek’ başlarına geçene, son hain layık olduğu elim akibete müstehak olana kadar bu mücadele kararlılıkla ve hız kesmeden devam etmelidir.

Bu arada güvenlik güçlerimizin olağanüstü bir ihtimamla sivil halka zarar vermeden terör şebekelerine karşı yürüttükleri bu mücadele her türlü takdire şayandır. Hepsini alınlarından öpüyorum.

Şehitlerimize Cenabı Allah’tan rahmet, kahraman gazilerimize de sıhhat ve afiyet diliyorum. Milletimiz onları daim minnet ve şükranla yadedecektir.

Son söz: Sorunları ötelemek, sadece çözümü güçleştirir.

 

Tweet