HARAM YEMEK

Bismillahirrahmanirrahim Hamd, alemlerin Rabbi Allah’adır. Salat ve selam Efendimiz Hz. Muhammed’in, sahabelerinin ve tüm müminlerin üzerine olsun. Değerli kardeşlerim. İslam ümmeti, son ümmettir. Resul-ü Zişan Hz. Muhammed Mustafa (sav)’in ümmeti olarak, insanlık tarihinin son ümmetidir. İnsanlık tarihine gönderilmiş rahmet çırası Hz. Muhammed Muatafa (sav)’dir. O’nun cihanşumul bir peygamber olarak, bütün insanlığa bir rahmet olarak gönderildiği şu ayetle de ifade edilmiştir: “Biz seni ancak, âlemlere rahmet olasın diye gönderdik.”(Enbiya/107)İşte o rahmet çırası, o rahmet simgesi ve sembolü Hz. Muhammed Mustafa (sav), ümmetinin Kuran ve sünnet dairesinde, neyle mutlu olacaklarını, neyle mutsuz olacaklarını; hayatlarını diğer varlıklardan farklı olarak nasıl devam ettirmeleri gerektiğini ifade etmiş ve kendisine vahyolan Kuran'dan hayatına akseden anlamla, bütün insanlığa ışık tutmuştur. Tüm insanlığa rahmet simgesi olmuştur. Muhakkak ki, bu İslam dininin, tüm insanlığın yapması ve yapmaması gerekenleri emreden kesin kararları vardır. Onun için ki ayet-i kerimede: “İnsanlar kendilerini başıboş mu zannediyorlar?”(Kıyame/36) buyrulmaktadır. Yaratılmış bu varlık, akılla tezyin edilmiş ve aynı zamanda bu aklı idare edebilecek risaletle de görevlendirilmiştir. Yani akıl, vahye bağımlı tutulmuştur. Akıl, vahiysiz hareket ettiği zaman kendisine özgü; nefsine, hevasına, arzusuna, şehvetine ve makamına düşkün hareket eder. Nefisle, akıl şeytanın pençesine düşer. Ve aynı zamanda o insanı azgın birisi haline getirir. İşte, aklın aynı zamanda bağlı olduğu bir yer olması gerektiği noktasında bir olgu vardır ki o da vahiy kaynağıdır. Akıl, vahiysiz anlamsızdır. Akıl, Hz. Muhammed Mustafa (sav)'in çanağında, ancak ışık verir. Onun dışındaki bir yer de zulmettir; ışık vermez, zulmeti verir. Hem kendisine zulmeder hem de çevresine zulmeder. Hem kendisine zulmeder ki, dünyasında belki bir kaç günü aydın olabilir, belki bir kaç günü güzel olabilir. Ama gelgelelim kıyametin koptuğu an, yani ölüm onu yakaladığı an, hesaba çekilecek, hesap verecektir. Onun için, akıl, ancak vahiyle, risaletle; ancak Sahib-i Mutlak Hz. Allah'la hareket ettiği zaman faydalıdır. Faydasız akıllardan Allah bizi muhafaza etsin inşallah. Değerli kardeşlerim. İşte, bizim ümmet olarak da çok şanslı olduğumuz bir taraf vardır. Aklımızın, nefsimizin ve arzumuzun istediği şekilde değil, bizim faydamıza olan neyse o şekilde bizim önümüze bir model ve metod çizilmiştir. O metodun adı da İslam metodudur. İşte, bu İslam metodunda helal ve haramlar kavramı vardır. Ki biz buna bağımlı olmakta zorunluyuz. Biz buna bağlı olmakta, saadet-i dareyni elde etme noktasında mecburuz. Hem dünyada iyi bir insan kimliğini kazanmak, hem de ahirete Allah'ın rızasını kazanmış bir kimlikle gitmek için, muhakkak bu iki kavramı iyi öğrenmemiz ve hayatımıza da geçirmemiz gerekir. Bunlar da helal ve haram kavramlarıdır. Bu açıdan Ümmet-i Muhammed (sav) büyük günah olan haramlardan sakındırılmış, haramlardan sakınması için de kendisine emr-i vaki mahiyette aklını başına alması ve helal dairede kendi haklarını araması gerektiği Din-i Mübin-i İslam ile ifade edilmiştir. Onun için, bugünkü dersimiz haram yemek, harama bulaşmak, zulme bulaşmak ve “her şey benimdir” kavramıyla her şeyi kendisine mübah kılan birilerinin ve bizlerin hali hakkında olacaktır. İşte burada, Resul-ü Zişan Hz. Muhammed Mustafa (sav)'in ümmeti olan bizler, muhakkak, Kuran'ı dinlemeliyiz. Kuran'sız hayat felçtir. Her kim ki Kuran'ı öteleyerek İslam’ı yaşamak istiyorsa, bilsin ki felçli bir insana benzer. Belki azaları vardır; ama hareket etmeyen bir aza, herkesin gücünün yettiği ve herkesin sürüklediği bir azadır. Herkesin “bir an önce ölür de ondan kurtuluruz” diyerek, onun yok olmasını arzu ettiği bir azadır. Onun için, Kuran'sız hayat olmaz, sünnet-i seniyyesiz hayat olmaz. Biz Muhammed Mustafa (sav)’in ümmeti olarak da muhakkak, bu iki ana kaynağı hayatımıza geçirmeliyiz. Bunları uygulamalıyız ki sapasağlam, dipdiri bir kafayla Sahib-i Mutlak Hz. Allah'la buluşalım. Aynı zamanda onun emir ve nehiyleriyle hayatımızı süsleyelim ki hem dünyada mutlu, izzetli ve şerefli olalım, hem de daru- l bekaya (ahirete) irtihal ettiğimizde iyi bir Müslüman, Allah'ın rızasına kavuşmuş bir Müslüman olarak oraya gidelim. Onun için, ayet-i kerimede biz Ümmet-i Muhammed'e hitab vardır: “Aranızda, birbirinizin mallarını haksız yere yemeyin.”(Bakara/188) Evet, “kendi aranızdaki muamele de haksızlıkla birbirinizin malına geçmeyin. Haksız yere birbirinizin rızkına, malına, zamanına, kesbine göz dikmeyin. Birbirinize saygılı olun. Birbirinizin hakkı ve rızkını kendi teminatınızın altına alın. Kendiniz onun güvencesi olun. Onu yok edecek, onu bitirecek zalimlerden olmayın. O kardeşinizin yanında yer alın. Onun malına geçmeyin. Onun rızkına geçmeyin. Onun ırzına geçmeyin” diye, ayet-i kerimede apaçık bir şekilde ifade edilmektedir. Değerli kardeşlerim, dikkat ederseniz, bugünkü dünya Müslümanları çok farklı bir konuma gelmişlerdir. Bireysel fayda, bireysel çıkar, bireysel menfeat artık gözü bürümüştür. İnsanlar kendilerinden başka hiç kimseyi düşünemez hale gelmişlerdir. Sanki bu ayet-i kerime bize şöyle seslenmektedir: “Kendinize gelin. Gözünüzü bürümüş bu zulmü terk edin. Biliniz ki Rezzak’ınız (rızkınızı veren) Allah'tır. Biliniz ki Muizz’iniz (sizi izzetli kılan) Allah'tır. “Rezzak” sıfatıyla sizi rızıklandıran, “Muizz” sıfatıyla sizin konumunuzu koruyan Hz. Allah'tır. Siz eğer birbirinizin malına, rızkına ve ırzına göz dikerseniz zalimlerden olursunuz. Kuran'a sırt çeviren, Hz. Muhammed Mustafa (sav)’in ümmetine sırt çeviren insanlardan olursunuz.” Onun için, ne olursunuz; eğer ümmet kavramını, insan olma kavramını kendinizde biraz taşıyorsanız, kendinizi ona veriyorsanız, muhakkak bu değerlere de Allah'ın emirlerine de ittiba ediniz. İslam ulemaları az önce söz ettiğimiz ayette (Bakara/188) iki ana mahiyette bakmaktadırlar. Birinci olarak; insanların birbirlerinin malına ve hakkına haksız yere geçmesi ifade edilmektedir. Bir kişinin, diğerine “zulmederek, hainlik ederek, hased, kin ve nefret ederek onun malına, hakkına, ırzına ve makamına geçmesi” olarak ifade edilmiştir. İnsanın kalbinde taşımış olduğu nefret, kin, haset, gadab gibi unsurlar, diğerine zarar vermeyi gerektiren etkenlerdir. İşte, ey Müslüman! ne olursun, mümin kardeşinin sevgisini kalbine yerleştir. Onun hakkına geçme. Ona zulmetme. Onu küçümseme ve tahkir etme. Ona aşağılayıcı gözle bakma. Çünkü şu aldığınız hava, altında gezdiğiniz güneş ve üzerine bastığınız toprak, hepinizin ortak malıdır. Bunları birbirinize niye daraltıyorsunuz: Niye güneşi, toprağı, havayı ve bu güzel atmosferi birbirinize daraltıyorsunuz. Bunların sahibi, Sahib-i Mutlak Hz. Allah'tır. Hepinize yeterli şekilde vermiştir. Aynı zamanda onda rızıklar vardır, menfeatlar vardır, faydalar vardır. Herkes kendisince kendisinin yetindiği rızka, makama, mülke razı olursa çile çekmeye, nefrete ve hasede gerek kalmaz. İşte birinci noktada ayet-i kerimenin ifade ettiği mahiyet budur: Kendi aranızdaki ortak değerlere saygılı olun. Birbirinizin hakkına geçmeyin. Biliniz ki hepiniz birer insansınız. Ve hepiniz, insan olma değeriyle bu havadan istifade edebilme de, bu haktan istifade edebilme de eşitsiniz. Bu eşitliği bozamazsınız. Bu eşitliği bozduğunuz an, zalim olursunuz. Karşınızdaki insanı da mazlum eder, onun hakkına geçerseniz. Elbette ki bir gün onun hakkından dolayı da hesap vereceksin. İkinci mahiyet olarak ise: İnsanların kendilerine hak tanıdığı, zulüm ifade eden değerler vardır; kumar, faiz ve çeşitli oyunlar gibi. İnsanlar bu değerlerle haksız yere, ter akıtmadan bir başkasının hakkına geçmektedirler. Bir başkasının evini yıkmakta, huzurunu kaçırmakta ve yuvasını dağıtmaktadırlar. İslam bize şunu demektedir: Kendi aranızdaki bu hakka da riayet edin, saygılı olun. Muhakkak ki sizler, birbirinize saygılı olmaya, birbirinizi saymaya mecbursunuz. Siz, mutlu olabilmede neyi hak ediyorsanız, karşınızdaki insan da onu hak ediyor. Siz, güler yüzle evinize gelmek istiyorsanız, biliniz ki karşınızdaki insan da evine güler yüzle gitmek ister. Siz, yuvanıza sıcak bir aş, sıcak bir yemek getirmek istiyorsanız, biliniz ki karşınızdaki insan da kendi evine sıcak bir aş, sıcak bir yemek, sıcak bir huzur götürmek ister. Buna nasıl engel olabilirsiniz? Nasıl çeşitli hilelerle, oyunlarla onu alt edersin. Onu mazlum ve mağdur hale getirirsin. Gün gelir, onun malına, ırzına ve makamına göz diker; oyun ve hilelerle onu nasıl alt edersin. İslam bunu da kabul etmiyor, değerli kardeşlerim. Ne güzel bir din, Din-i Mübin-i İslam. İnsanın mutlu ve huzurlu olmasını ne kadar arzu ediyor. Önce kelime-i tevhid olan “La ilahe illallah Muhammedu-r Rasulullah” kelimesiyle, bütün insanlığı Allah'ın birliğine, vehdetine; Hz. Muhammed Mustafa (sav)’in peygamberliğine davet ediyor. Daha sonra da davete icabet eden biz Ümmet-i Muhammed’e de “gelin, Kuran'a ve sünnete bağımlı olarak hayatınızı sürdürün ki mutlu olasınız, hem dünyada hem de ahirette mutlu olasınız” diyor. Değerli kardeşlerim. Allah Rasulü (sav) de kendi ümmetini uyarıyor, kendi ümmetini çok seviyor. Onların hata yapmalarına kesinlikle göz yummuyor. Hatta geceli gündüzlü dua ediyor onlara. Öyle ki mahşer gününde halini görmüş olduğu biz günahkâr ümmeti için ağlıyor ve onların affolunması için feryad ediyor. İşte bu şefkate, bu merhamete sahip olan Hz. Muhammed Mustafa (sav), bakınız, bizi ne güzel uyarıyor. Ve bu uyarıyla da “hayattayken kendinize gelin ey ümmet” diye sanki bize sesleniyor. Sanki bizi nasihatiyle hakikate ve hidayete çağırıyor. Allah Rasulü (sav) Sahih-i Buhari’de “Muhakkak ki, sizlerden birileri haksız yere Allah'ın hakkına geçer. (Yani zamanı öldürür, Allah'ın vermiş olduğu emri yerine getirmez. Allah'ın emirlerine bağımlı olmaz. Allah'ın helal ve haram kıldığına duyarlı olmaz.) İşte onlar için, kıyamet gününde cehennem azabı vardır. Değerli kardeşlerim. Cehennem azabı, bizlere her zaman korkutucu ve ümitsizleştirici bir etken olarak lanse edilmiştir. Ama bizler şu anda hayattayız ve nefes bu kalıpta. Tevbe kapısı açık. Bu tür olaylarla ve hadiselerle karşılaşmadan yani ölüm gelmeden biz dönersek, kendimize gelirsek bu bizim için bir nimettir. Yok, eğer bu hadisler bize aktarılmasaydı, Rasulullah (sav) kıyamet sahnesini bize aktarmasaydı, biz bunlardan habersiz olsaydık, tevbeye girermiydik, günahlarımızdan kaçınır mıydık, kendimizi tanır mıydık? Ne kadar büyük bir nimet ki, Hz. Muhammed Mustafa (sav), yoldaki dikenlerden, zorluklardan ve ateş çukurlarından bize haber veriyor. “Bu yola muhakkak gidiyorsunuz. Bu yoldan başka yol da yok. Kıyamete gitmek yolu ölümledir. Mademki bu yoldan gidiyorsunuz, kendinize gelin, dikkat edin. Bu yolun yolcularından ben size haber veriyorum. Bakınız, eğer tevbe etmezseniz, kendinize gelmezseniz, Kuran'ın ve sünnetin dairesine tabi olmazsanız, biliniz ki önünüzde bir cehennem vardır” diyor Bütün bu uyarılara karşı, halen kendinize gelmiyorsanız o zaman: “Zarara razı olana bakılmaz.” diye bir kaide vardır usul-ü fıkıhta. Birisine anlatırsınız: “Arkadaş, bu yolda şu etkenler, şu sorunlar, şu sıkıntılar ve şu zararlar vardır. Bunları yaparsan başına zararlar gelir.” dersiniz. Ama adam buna rağmen “hayır” der gider. Yol alır gider. Ne yaparsın? Duyduğun zaman “arkadaş ben mesuliyyetimi yerine getirdim. Ben buradaki vicdani rahatlığımla yaşıyorum. Çünkü ben sana söyledim. O zaman, bu katlanmış olduğun zarara ben üzülmem.” dersiniz. Evet, onun için, Hz. Muhammed Mustafa (sav) bizi uyarıyor. Bakınız, Allah Rasulü (sav), sahabelerinden Enes (ra)’a ne güzel bir nasihatta bulunuyor. Enes'in şahsında bütün ümmetine yani bizlere hitap ediyor: “Enes (ra)’dan: Rasulullah (sav)’e dedim ki: Ya Rasulallah, duamın kabul olunması için bana dua et. Buyurdular ki: “Ya Enes! Kazancını güzelleştir ki duan kabul olsun. Muhakkak ki bir adam, ağzına haramdan bir lokma koyarsa onun duası kırk gün boyunca kabul olunmaz.” Çok uyarıcı ve dikkat çekici bir hadis. Muhakkak ki, sizlerden birisi haramdan bir lokmayı ağzına almışsa, bilsin ki kırk gün onun duası kabul olmayacak. Kim diyor bunu? Hz. Muhammed Mustafa (sav). Bazı kardeşlerimiz “niye haram lokmayı ağzıma alayım” diye kendini kınamaz da “neden kırk gün duamız kabul olmasın” diyerek, onu dikkate alır. Hayır, neden zulmediyorsun? Neden bir başkasının lokmasını ağzından alıp kendi ağzına koyuyorsun? Neden bir başkasından zaman çalıyorsun? Neden bir başkasına gıybetle, yalanla, hasetle, kinle, nefretle bakıyorsun? Kendimizi yargılayalım. Hak ettiğimizi değil, kendimizi yargılayalım. Onun için eğer duadan korkuyorsak, Allah'tan korkuyorsak, gerçekten duanın keskin bir silah olduğuna inanıyorsak bu konuda kendimizi yargılamalıyız. Bakınız, değerli Müslümanlar, Hz. Muhammed Mustafa (sav) duayı ne güzel tarif ediyor: “Dua ibadetin beynidir.” “Dua müminin silahıdır.” Bir insan bedeni, iki şeyle ayaktadır. Bedenin savunması beyinledir, güvenliği ise silahladır. Bir insanda beyin yoksa vücudu bir şey ifade etmez. Bir ibadette dua ruhu yoksa o hiç bir şey ifade etmez. Ve bir devlet silahsızsa, silah savunması yoksa ordusu yoksa güvenlik gücü yoksa sınırını koruyamaz, güvenliğini sağlayamaz, geceleri rahat geçiremez. İşte bir insan da bu iki şeyden mahrumsa, dua mefhumundan mahrumsa, duanın teşkil ettiği beyin ve silah anlamından mahrumsa kendisine sahip çıkamaz ve haramlardan korunamaz. Allah bizlere şuur versin. Ne acı ki bugün duanın idrakinde değiliz, duanın ruhuyla yol almıyoruz değerli kardeşlerim. Onun için, ne olursunuz dua ruhuna sarılalım. Duanın ruh kavramını yaşayalım. Biliniz ki, haram bir lokma bir boğazdan geçmişse, kırk gün eğer duadan mahrumsa, bir Müslüman kırk saniyenin derdine düşmelidir. Kırk saniyelik, bir göz kırpmalık Allah'ın rahmetinden mahrum kalmış bir insan, kendisini nasıl güvende hissedebilir? Ama öyle rahat uyuyoruz ki, değil kırk günler, kırk yıllar geçiyor; bu hayatı, bu şuuru idrak etmiyoruz. Onun için, Rasululah (sav) ümmetini, bir göz kırpması dahi Rabbinden ayrı, Rasulü’nden ayrı görmek istemiyor. bilakiz onlarla kalbi atan bir mümin olarak görmek istiyor. Onun için, kırk günle ifade ediyor. Hatta bir tıbbi araştırmada da boğaza geçen haram bir lokmanın kan dolaşımında kırk gün hareket ettiği ifade edilmektedir. Onun bedende kırk günlük tesiri olduğu anlatılmaktadır. Onun için, bu kan temizlenene kadar, bu haram lokma o vücuttan çıkana kadar ve aynı zamanda bir istiğfarla, bir tevbeyle; gidip, o hakkını yediği kişiye hakkını iade etmeyle de inşallah kendini temizlemiştir, diye Rasul-ü Zişan Hz. Muhammed Mustafa (sav) kırk günde duanın kabul olunmayacağını çok ürpertici bir şekilde kendi ümmetine aktarmaktadır. Değerli kardeşlerim. Biz farklı bir dünyadayız. Bu dünya bir cennettir. Düşününüz, bir çocuk anne rahminde karanlık bir yerde değil mi? Bir bebek olarak dünyaya geldiğinde gözünü nasıl açıyor. Hiçbir sorumluluğu idrak etmeden açıyor. Hiçbir mükellefiyeti yoktur. Gözünü açtığı bu dünya çok güzel bir dünya, onun için bir cennet: Yemyeşil ağaçlar, altında akan nehirler, tarlalar, baba-anne şefkati, eline verilmiş olan bütün imkânlar, rahatlıklar, hizmetler… Kuran da cenneti öyle tarif ediyor: “Güzel ırmaklar ve cennet bahçeleri dediğimiz bahçeler” diye ifade ediyor. Anne rahminden dünyaya gelmiş biri cennete gelmiyor mu? Evet, biz Ümmet-i Muhammed (sav) “Eşhedu enla ilahe illallah ve eşhedu enne Muhammeden abduhu ve Rasuluhu” deyip, imanla müşerref olmadık mı? Olduk. Bizim için cennette kesinti var mı? Yok. Biz, on dört yaşında İslami sorumlulukla mükellef miyiz? Evet. Bu sorumluluğu yerine getirirsek, o çocukluk devresinde ki güzel dünyanın bu cennet anlamını kaybetmeyebilir miyiz? Kaybetmeyebiliriz. Çünkü eğer Kuran'ı ve sünneti hayatımıza geçirirsek, Allah’ı ve Resulullah'ı hayatımıza geçirirsek, helal ve haram kavramlarına dikkat edersek; biliniz ki bizim cennetimiz sadece bir geçiştir. Bu dünya cennetinden ahiret cennetine bir geçiştir. Allah hepimize rahmetiyle muamele etsin inşallah, günahlarımızla değil. Onun için, Allah dostlarından büyük bir zat öyle buyurur: “Ey günahları affeden! Benim günahlarımı affet.” Bunu aynı dilekle biz de söylüyoruz. Gelin, dünyamızı cehenneme çevirmeyelim. Bu cennet bahçesini, bu güzel dünya nimetlerini daha farklı güzel bir cennet olan Allah'ın rızasıyla birleştirelim. Kabirle bir geçiş noktasına dönüştürelim. Kabirle bir birleştirici unsur edinelim. Allah Rasulü (sav) de, bakınız nasıl haber veriyor bizlere: “Dünya, tatlı ve yemyeşildir. Kim, onda helalinden bir mal edinir ve onu hakkıyla infak ederse; Allah ona karşılığını verecek ve onu cennetine koyacaktır. Kim de onda helal olmayan bir mal edinir ve onu haksız yere infak ederse Allah Teâlâ onu (cehennemde) daru-l hevaya (heva yurduna) koyacaktır.” Evet, biliniz ki ey ümmet. Dünya tatlıdır. Dünya çok tatlıdır değil mi? Yaş, kaça gelirse gelsin dünyadan kopmak istemez. Dünyanın nimetleri için dövüşür, vuruşur, kalp kırar, incitir. Bu, dünya işte. Evet, kim ondan helal dairede mal elde eder de daha sonra onu hakkıyla infak ederse, bilsin ki Allah onu karşılıksız bırakmayacaktır. Kim ki bu dünyanın saflığıyla ve güzelliğiyle hakkıyla elde eder ve hakkıyla infak ederse, bilsin ki Allah onu karşılıksız bırakmayacaktır. Onun karşılığını verecektir, yani ona rızasını verecektir, cennetini verecektir. Ama gelgelim, kim ki onun ağacından, yaprağından ibret almaz; dünyanın güzelliğinde Allah'ı idrak etmez, nefsine, hevesına, şehvetine kapılır da, onda bir malı hakkı olmadan, ter dökmeden, hak etmeden, başkasının malına ve hakkına geçerek, zalimane bir şekilde elde ederse ve aynı zamanda öyle de harcarsa, bilsin ki o, elbet birgün Daru-l Heva’ya konulacaktır. Yani kıyamet gününde, herkesin zorlandığı bir günde hesaba çekilecektir. Allah bizleri muhafaza etsin inşallah. Onun için, değerli kardeşlerim. Ümmet olarak, nereden ve nasıl kazandığımızı, muhakkak dikkate almalıyız. Çünkü bizim şefaatçimiz, habibimiz, tabibimiz olan Hz. Muhammed Mustafa (sav) örneğimizdir. Bizim için en şefkatli ve merhametli insan O’dur. O bizlere daima iyiliği emreder, kötülükten sakındırır. Bakınız, biz sizleri bizim sözlerimizle değil, biz Rasululah (sav)’in sözleriyle size nasihat etmeye, önce kendi nefsimize daha sonra sizlere anlatmaya çalışıyoruz. Bakınız, Allah Rasulü (sav) nasıl buyuruyor: “Her kim ki malını nereden kazandığını önemsemezse, Allah Teâlâ da onun cehenneme nereden gireceğini önemsemez.” Nerden kazandığını, nasıl kazandığını, ne şekilde kazandığını dikkate almayan, bilsin ki cehennemin hangi kapısından cehenneme koyulacağı da dikkate alınmayacaktır. Çok farklı bir uyarı. Bütün peygamberlerin, bütün âlimlerin, bütün amellerimizin şefaatçi olacağı bir günde bir lokma haram yüzünden, orada sahipsiz kalınıyor. Orda sahipsiz kalıyoruz. Haramın yüzünden orda kimsesiz kalınıyor. Onun için, Hz. Muhammed Mustafa (sav)'ı hayatımıza geçirelim. O bizi çok seviyor. Geçici bir lokmayla, bir başkasının emeğini elde etmeyle bir yere varılamayacağını bize ifade ediyor. Değerli kardeşlerim. Allah Rasulü (sav) bizleri uyarıyor. Bakınız, hem de yapacağımız en güzel amellerde dahi dikkatli olmamız hususunda uyarıyor bizleri. Allah Rasulü (sav) buyuruyorlar ki: “Bir kimse haram bir malla hac eder de: "Lebbeyk Allahümme Lebbeyk" derse, Allah (c.c.) ona şöyle buyurur: "Sana Lebbeyk de yok, saadette yok; haccın da sana geri çevrilmiştir." Bu çok dikkate alınması gereken, garip bir hadistir. Yani Allah Rasulü (sav), hayatımızın bütün her safhasına el atmıştır. Yememizde, içmemizde, giyinmemizde, amelimizde, ibadetlerimizde ve tüm hayat şartlarımızda bizim nasıl hareket etmemiz gerektiğini, ne kadar dikkatli olmamız gerektiğini bize anlatmaya çalışmıştır. Hacı haca giderken, hac yapmaya çalışırken, nerden kazandığını düşünmeden, hangi maldan elde ettiğini düşünmeden, kimin elinden, kimin malından cebine para girdiğini düşünmeden, bu hakka riayet etmeden hacca gidip telbiye ettiği zaman yani “sana geldim ya Rasulallah. Sana geldim ya Allah. Beni kabul et dergâhına. Bizi hoş kabul et. Bizi güzel kabul et. Bizi rahmetinle kabul et” diye söylendiği zaman, melekler ona: "Hayır, senin bu söylediğin telbiyelerin kabul görmemiştir. Senin bu güzellik arzuların kabul görmemiştir. Senin haccında merduttur. Yani reddoluınmuştur, kabul olmamıştır.” diye cevap veririler. Değerli kardeşlerim. Bir daha söylüyorum, Hz. Muhammed Mustafa (sav) bütün bu hadislerini biz ümmeti için, şefkatten ve merhametten irad ediyor. Hiç birisinde, bizim burada ye'se düşmemiz, ümitsizliğe kapılmamız için bunları söylemiyor. Bizim kendimize gelmemiz için, elde edeceğimiz hak ve hukukta ne kadar dikkatli davranmamız gerektiğini ve onu ne şekilde elde etmemiz gerektiğini hesaba katmamız için bizleri uyarmıştır Hz. Muhammed Mustafa (sav). Onun için, ne olursunuz, kendimizi muhakkak haramdan muhafaza edelim. Haram lokmaya tenezzül etmeyelim. Haram kazanca kesinlikle tenezzül etmeyelim. Kendi aramızdaki hak ve hukuka riayet edelim. Birbirimize zulmetmeyelim. Birbirimizin malına geçmeyelim. Bilelim ki bizim boğazımızdan geçen bir haram lokma çok farklı bir netice verir ki Hz. Muhammed Mustafa (sav) de o sonucu, o noktayı kendisi ifade ediyor. Çünkü bizim söylemlerimizin hepsi boştur. Rasululah (sav)’i dinlersek şifayı buluruz. Rasululah (sav)'i dinlersek Hz. Allah'a kavuşuruz. O’na ittiba edersek Allah'ı sevmiş oluruz. Onun için, bakınız, Allah Resulu (sav) şöyle buyuruyor: “Haramla gıdalanan (beslenen) hiçbir beden cennete giremez.” Burada hadis-i şerifin metninde geçen “ceset” kelimesi çok farklı bir mana veriyor. Hani yediğimiz gıda kan oluyor, damar oluyor, et oluyor, gıda oluyor, şehvet oluyor. Aynı zamanda beslenme maddesi de oluyor. Vücuda, bedene kuvvet veriyor, göz ışığı veriyor. Onun için de Rasululah (sav) burada “bir adam” demiyor, “bir cesed” diyor, bir vücut diyor, bir beden diyor. O beden ki kendi arzusu için, şehveti için o gıdayı alıyor. Bir başkasına zulmediyor. Harama tenezzül ediyor. Başkasının hakkına geçiyor. Önemsemiyor başkasının hakkını. Bir başkasının ekmeğini, tuzunu, şekerini kendisine helal kabul ediyor. Kendi şehveti için, kendi arzusu için, kendi doyumu için, kendi midesi için ne yapıyor? Ondan gıdalanıyor, ve o haramdan besleniyor. Öyleyse Rasululah (sav), “kim bedenini, cesedini haramla gıdalandırırsa, haramla kuvvetlendirirse bilsin ki onun üzerine cennet haramdır. O cennete giremeyecektir. Çünkü o, gıdayı cennet amaçlı almıyor.” diyor. Evet, değerli kardeşlerim. Kazandığımızı Allah için kazanırsak, yaptığımızı Allah için yaparsak, Rasulullalh (sav) bu konuda da bize bir hadis irad ediyor: “Müminin işine şaşarım, çünkü onun işleri tamamen hayırdır. Bu da ancak mümine özgüdür. Çünkü o, sevindirici bir şeyle karşılaşınca şükreder, hayır olur. Zararlı ve üzücü bir şeyle karşılaşınca sabreder, bu da hayır olur." Evet, Rasulullah (sav) öyle buyuruyor: “ben müminin işine hayret ediyorum.Her şey onun için hayrınadır. Yani birisi yemeği yerse ve “Ya Rab, bunu ibadet kuvveti için yiyorum. Ya Rab, bunu ben hayatta kalıp insanlığa fayda vermek için yiyorum” derse o gıdalandığı yemekten, eğer helal dairede kazandıysa ise ne yapacaktır? Ecir kazanacaktır. Aynı zamanda o malı kazanırken onu, Allah yolunda insanlara fayda vermek niyetiyle, hayır-hasenat yapmak, sadaka vermek veya yoksullara ve yetimlere Allah yolunda yardım etmek niyetiyle kazanır da bunu yapamazsa yine Allah Teala ona o hayrı yapmış gibi ecir veriyor ve bu da onun için hayır oluyor. Çünkü bir yol alıyor. “Ya Rab, bu senin gayen içindi. Bu kuvveti, gücü sen bana verdin. Ben bu malı senin yolunda hayırlı bir işi ifa etmek için kazanmıştım.” diyor. Demek ki mümin, hedeflediği ne olursa olsun oradaki niyet ve maksadı Allah ve Rasulü ise bilsin ki o onun karşılığını alacaktır. Onun için burada bir ceset ki kendi hevası için, kendi şehveti için, kendi nesli için, kendi aklı için gıdalanmış, başkasının hakkına geçmişse bilsin ki onun üzerine, o beden üzerine cennet haram kılınmıştır. Evet, o cennete giremeyecektir. Allah Resulü (sav) kendi ümmetine yakışmayan haramı daima onlardan uzak tutuyor. Daima “ona yaklaşmayın” diye bizlere uyarı veriyor. Ve insan kapılır mı, kapılır. İsteğine, şehvetine, arzusuna kapılır mı, kapılır. Dünya imtihan dünyasıdır. Bu dünya imtihan dünyasıdır. Onun için mümin, hayatının her safhasında Allah rızasını kazanma amaçlı olmaya gayret etmeli, onun için uğraşmalıdır. Allah-u Teâlâ ayet-i kerimelerde şöyle buyurmaktadır: “O (Allah), hanginizin daha güzel amel yapacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratandır.”(Mülk/2) “Şüphesiz biz onu (insanı) (ömür boyu yürüyeceği) bir yol gösterdik. O bu yolu ya şükrederek ya da nankörlük ederek kateder.”(İnsan/3) Biz ona İslam’ı sunduk. İster şükreder. İster inkâr eder. Bu secim hepimize verilmiştir. Ama gel gör ki iyi bir kul olabilme noktasında amel ederiz. İbadetlere sarılırız. Ama bazı şeylere dikkat etmeyiz. Bazı şeyleri küçük görürüz, basit görürüz. İşte Hz. Muhammed Mustafa (sav) amellerimizle beraber, iyiliklerimizle beraber, bu küçük gördüğümüz, basit gördüğümüz noktalara işaret ediyor. İşte o hadislerden birisi de şu şekildedir:Sevban (ra) anlatıyor: Rasulullah (sav) buyurdular ki: "Ümmetimden bir kısım insanlar bilirim ki, kıyamet günü Tihame dağları emsalinde, bembeyaz, tertemiz hayırlarla gelirler. Aziz ve celil olan Allah Teâlâ hazretleri o sevapları saçılmış toz haline getirir ve değersiz kılar, kabul etmez. Sevban dedi ki: "Ey Allah’ın Resulü onları bize tavsif et (tanıt), durumlarını açıkla da bilmeyerek biz de onlardan olmayalım" Efendimiz (sav) vesselam açıkladılar: “Onlar sizin din kardeşlerinizdir. Sizin cinsinizden insanlardır. Sizin aldığınız gibi onlarda gece namazı ibadetinden nasiplerini alırlar. Ancak onlar Allah’ın yasaklarıyla tenhada, başbaşa kalınca o yasakları ihlal edip çiğnerler." Kıyamet gününde bir kısım insanlarla getirilir ki, iyi dinleyin değerli kardeşlerim, kıyamet gününde hesap tamamen kurulmuş. İnsanlar hesap veriyor. Ümmet olarak bizler de hesaba çekiliyoruz. İşte bu insanlardan bir kısmı getirilir ki onlar, tamamen‘tihame’ yani Mekke dağları kadar iyilikler yapmışlar, güzellikler yapmışlar, ameller etmişler, hasenatlar yapmışlardır. Hatta belki mallarından, çok sadakalar vermişler, zekâtlar vermişlerdir. Hatta çok hayırlı işler yapmışlardır. Allah Rasulü (sav) bu sınıf insanı ifade ediyor ve şöyle devam ediyor, Allah-u Teâlâ onların yapmış olduğu bütün amelleri toz, duman haline dönüştürür. Yani hiç kendilerine fayda vermeyecek şekilde boşa harcattırır. Ve hatta öyle ki onların bu amelleriyle beraber cehenneme atılmasını ister. Değerli kardeşlerim. Allah bizi muhafaza etsin. Bu ümmet çok aziz bir ümmettir. Çok değerli bir ümmettir. Çok şanslı bir ümmettir. Ben-i İsrail (İsrailoğulları) peygamberlerinin gıptayla baktığı bir ümmettir. Bütün ümmet gerçekten şu anda bir şerefe bir izzete sahiptir. Ama çok basit şeyler yüzünden, çok farklı değerler yüzünden, bazen çok ucuza veriyoruz amellerimizi. Çok ucuza veriyoruz yaptıklarımızı. Onun için, Rabbim bize şuur versin, basiret versin, idrak versin. Ve rahmetiyle bize muamele etsin inşallah-u teala. Amellerimizle değil, rahmetiyle… Bakınız, değerli müminler. O dağlar yüceliğinde amelleriyle gelen, iyilikleriyle gelen insanların, kıyamet gününde bu iyiliklerinin, bütün bu hasenatlarının, bütün bu güzelliklerinin boşa sayılıp cehenneme atılması söyleniyor. Bu çok dikkat çekici olunca sahabeler, Rasulullah (sav)’in sahabeleri, biz ümmeti adına ona soruyorlar: “Ya Resulallah nasıl olur bu? Yani bütün bu iyilikler, bu güzellikler, bu ameller, bu yapılanlar, bütün bunlar nasıl cehenneme atılır?” Allah Rasulü (sav) buyuruyor ki: “Onlar namaz da kılıyorlardı, oruç da tutuyorlardı, zekât da veriyorlardı, hacca da gidiyorlardı. Ancak onların ellerine bir haram elde edebilme fırsatı verildiğinde, bir malda, bir ırzda, bir namusta, böyle fırsatı bulduklarında o haramı hemen alırlardı. Hiç namazlarına bakmazlar, oruçlarına bakmazlar, zekâtlarına bakmazlar, hacılıklarına bakmazlar ve ellerine düşmüş olan bu fırsatı değerlendirmeye çalışırlardı. O haram fırsatını kaçırmamaya çalışırlardı.” Onun için, bizler de kendimizi hesaba çekelim değerli kardeşlerim ne olursunuz. Kendimizi güvencede kabul etmeyelim. Tevbe edelim, istiğfar edelim. Fırsat elimizdeyken Rabimize dönelim. İnşallah, Allah-u Teâlâ böyle kötü niyetleri hiç birimize nasip etmesin inşallah bizleri böyle kötü niyetlerle ve kötü niyetli insanlarla karşılaştırmasın. Bakınız, Rasululah (sav) yine bir hadis-i şerif de ne güzel buyuruyor: “Ya Rab, bir göz kırpması veya daha azı dahi olsa beni nefsime terk etme ya.” Değerli kardeşlerim. Eğer Rasululah (sav) bunu diyorsa biz O'nun ümmeti olarak her gün kendimizi kontrolden geçirmemiz gerekiyor. Her gün kendi amellerimize sarılmamız, istiğfar etmemiz gerekiyor. Onun için, “Allah onların amellerini yok eder.” diyor Rasululah (sav). Onlar, o yapmış oldukları amellerin yanısıra, kendilerine verilmiş olan bu fırsatı, bu haram fırsatını, hakka geçme fırsatını, bu kötülük fırsatını değerlendirebilme noktasında el uzatan oldukları için, dil ve göz uzatan oldukları için bizler de onların bu amellerini bitirdik. Ya Rabbim, kendi merhametinle bizi yargıla. Bizim amelimizle değil. Onun için, değerli kardeşlerim. Allah Rasulü (sav)’in bu uyarısını dikkate alalım. Biz izzetli bir ümmetiz, şerefli bir ümmetiz. Bizim için çok güzel fırsatlar var. O fırsatların en güzeli Rasulullah’ı tanımak, onu kabullenmek ve onu kendi kalbimize hâkim etmektir. Allah Teâlâ ayet-i kemrede şöyle buyurmaktadır: “De ki (Ey Muhammed): Eğer siz Allah'ı seviyorsanız bana tabi olunuz. İşte o zaman Allah sizi sevecek ve günahlarınızı affedecektir.”(Al-i İmran/31) Ne güzel bir ayet-i kerime. Gelin hepimiz iman ettiğimiz “Eşhedu en la ilahe illallah ve eşhedu enne Muhammeden abduhu ve resuluhu” kelime-i şahadetinin idraki dairesinde Hz. Muhammed Mustafa (sav)'e tabi olalım. Onu şahsımızda, evimizde yaşayalım. Onu kendimizde bir örnek edinelim. İnşallah görünecek ki çok güzel olacak. Onun için, O (sav) bir hadis-i şerifinde ifade ediyor: “Ben günde yemiş sefer (bir diğer rivayette yetmiş sefer) esteğfirullah çekiyorum.” buyuruyor. Ne olursunuz bizlerde istiğfar ehli olalım. Tevbe ehli olalım. Birbirimizin hakkına geçmeyelim. Birbirimizin hakkına riayet edelim. Biliniz ki bu güneş herkese doğuyor. Biliniz ki bu toprak, bu bastığımız toprak hepimizi kabul ediyor. Onun için hepimize yetecek kadar Allah rızkımızı vermiş. Herkesi birbirinin vekili, birbirine benzer şekilde herkesi yaratmış. Birileri kendi evlerinin altında, birileri kendi rızkını başka yerde elde etmeyle Allah onların rızkını taksim etmiş. “Rızık kısımlandırılmıştır.” Onun için bu kısımlandırma da, bu rızıkta haset ehli olmayalım, kin ehli olmayalım, nefret ehli olmayalım, ğadab ehli olmayalım. Birbirimize kanaat getirelim. Birbirimizi sevelim. “Allah için birbirinizi sevin.” Allah için birbirinize karşı sevgi duyun ve birbirinizin hakkına riayet edin. Biliniz ki hesap günü elbet bir gün gelecektir. Evet, dünya hiç kimse için ebedi olmayacaktır. Bir dörtlükte ifade edildiği gibi: Ey dünya için çırpınan insan Seni içinde boğmuş dünya’n Muhakkak ki ölüm aniden gelir Kabir de amellerin sandığı olur. Ey dünya işine kapılmış, aklını, nefsini ve şahsiyetini ona esir etmiş insan. Ey, bu uzun emel için, dünya hırsı için çabalayan insan. Bil ki ölüm aniden gelecektir ve kabir de sizin amellerinizin sandığı olacaktır. Allah-u Teala bu sandıkta bize yardımcı olsun. Son nefeste bize kelime-i şehadeti söyleyerek nasip etsin. Ve günümüzün şartlarında tüm dünya müslümanlarına izzeti. Evet, bugünkü dünya Müslümanları çok ciddi sıkıntı içerisindedir. Allah-u Teala izzeti onlara nasip etsin. Özellikle memleketimize birliği, beraberliği, kardeşliği, huzuru ve istikrarı nasip etsin. Bu memleket toprağına uzanan ne kadar el varsa Rabbim onları kırsın. Onların idraklerini ve basiretlerini kör etsin. Bu ümmetin vahdetini daimi eylesin. Ezanları susturmaya, bu camileri dağıtmaya her kim yelteniyorsa Allah onların güçlerini ve şevklerini dağıtsın. Ve Allah hepinizden razı olsun. ÂMİN Efendimiz (SAV)’in ravza-i mutahharaları ve sadaat-ı kiramın ruhları için EL-FATİH