Allah'a sonsuz hamdü senalar olsun ki, 25 günlük bir Hac yolculuğundan sizlerin duaları ve Allah'ın yardımıyla salimen memleketimize döndük. Hac ibadeti aslında Müslümanlar için, dünya ve masiva adına sapma gösterdikleri, Sırat-ı Müstakim'e, yani fabrika ayarlarına yeniden dönüşü ifade etmektedir. Müminler hac münasebetiyle, Allah'ın emriyle, kendi kendileriyle yüzleşme fırsatı bulmak için Arafat Vadisi'ne davet ediliyorlar. Dağılan dikkatlerin, rayından çıkan İslami yaşantının, bozulan muamelatın, kaybolan mümin basiretinin yeniden kazanılması adına yapılıyor bu davet. Allah (cc) istiyor ki, müminler hac münasebetiyle ezelde verdikleri ahidlerini hatırlasınlar, biatlarını gözden geçirsinler. Ölmeden evvel nefislerini hesaba çeksinler ve analarından doğdukları gibi terü taze, pırıl pırıl dönsünler memleketlerine. Bunun için hiçbir dinde olmayan, yalnızca İslam dininin şerefli mensuplarına mahsus olan mahşerin provası yapılıyor her sene. Ne varsa dökülüyor ortaya, bütün suçların itirafı, bütün ihanetlerin pişmanlığı, bütün yalanların ortaya dökülüşü yaşanıyor Arafat'ta. Anlayana, yaşayana..
Ne var ki, inanç sistemimizin her tarafındaki yozlaşma, Hac gibi hayatımızın fırsatını da heder etmemize, layıkıyla değerlendiremememize sebep olmaktadır. Bu savrulmada bizim de, Diyanet İşleri Başkanlığı'nın da, Suudi Arabistan'ın da büyük veballeri olduğunu kabul etmeliyiz. Yapacağımız ibadetin ana hatlarını bile öğrenme ihtiyacı duymayan, en basit Hac bilgilerinden yoksun, ciddi bir eğitim şöyle dursun yasak savma biçimindeki Hac seminerlerine bile katılmamış, müminler olarak Haccın manasını kavramamış, gezgin turistlere dönmüş halimizle ilk suçlu biziz.
Ciddi paralar alınarak organize edilen bu Hac ibadetinde, hem bir turizm anlayışı ve hem de ibadet kaygısı taşınmadan mükemmele ulaşılamayacağı çok iyi bilinmesine rağmen hiç Hacca gitmemiş acemi din görevlilerine 50 şer kişilik hacı gruplarının hem turizm hem de ibadet rehberliğini yükleyen Diyanet İşleri Başkanlığı büyük vebal altındadır. Hac organizasyonunda kamu kurumu niteliğindeki Diyanet İşleri Başkanlığı kar amacı güdemez, gütmemelidir. Görevliler tecrübeli din görevlileri arasından imtihanla, mülakatla, aşk ve heyecan kriterlerinde başarılı olanlardan seçilmeli, tecrübesizler ilk haclarını yolcu gibi ama tecrübelilerin yanında stajyer görevliler olarak yapmalıdırlar.
Sayın Diyanet İşleri Başkanımızın her toplantıda altını çizdiği ihlâs, samimiyet, aşk, heyecan duyguları ısrarla tabana yayılmalı, daire başkanlarının, müftülerin, şube müdürlerinin nefsi hazlarına kurban edilmemelidir.
Suudi Arabistan'a gelince; farklı bir ülkenin uygulamalarına ne kadar müdahil olabiliriz bu büyük bir soru işareti olsa da en azından Diyanet İşleri Başkanlığımız görüşmelerde ulaşım, servis, trafik, temizlik, tarafgirlik, gümrük işlemleri gibi hayati konulardaki aksaklıkları Arabistan yetkililerine aktarmalı, medyada bu konular gündeme getirilip kamuoyu oluşturulmalıdır. Hangi ülke 6 milyon turistin geldiği ülkesinde toplu taşıma araçlarını bir hafta yasaklayabilir ve bu iş onun kesesine kalır, anlaşılır gibi değil. Arafat'a çıkmamıza iki gün kala Beytullah'a gidebilmek için, paranız da olsa 5 km gidiş 5 km dönüş yolunda yaya yürümek zorunda kalışınızı kimseye anlatamazsınız. Suudi Arabistan bu hesabı veremez. Aldıkları, Duyufu'r-Rahman'ın bedduaları da keselerine kar kalır.
30 Yıllık Hac serüvenimizde ilk defa Arafat'ta muhafazalı bir çadırda klimalı ortamlarda vakfe yapabilmiş olmanın huzurunu yaşarken bu defa Diyanet İşleri Başkanlığı'nın merkez yayınlarının bütün çadırlarda anlaşılabilir bir şekilde düzenlenmemiş olması sebebiyle Diyanet İşleri Başkanımızın duygu yüklü Arafat Vakfe Duasından mahrum olduğumuzu da belirtmeliyim.
Bütün bu olanlar yanında, Kabetullah'ta Türkiye Cumhuriyeti'nin bir ferdi olmaktan, Recep Tayyip Erdoğan gibi bir liderin tebası olarak haccetmekten büyük onur duyduğumu ifade edebilirim. Bütün dünya milletleri, Suudlu askerler, görevliler, esnaflar, şoförler, kiminle karşılaşsak ilk soru "Türk müsünüz?" oluyor. Ardından, Recep Tayyip Erdoğan büyük lider, diye başlayan bir sürü övgü cümleciği çıkıveriyor ağızlardan. Doğrusu, ülkemizin içinden geçtiği bu en kritik dönemeçte umutlarımızı yeşerten, cesaretimizi artıran bu iltifatlar gerçekten çok sevindirici.
Türkiye, bilhassa 15 Temmuzdan sonra yeryüzü Müslümanlarının umudu olmuş durumda. Buna layık olmak için çok çalışmamız lazım. Çok çalışmak deyince aklıma geldi. Nereden başlasak diyenleriniz için, derim ki: Nefsimizden, evimizden, iş yerimizden, cemaatimizden, STK'larımızdan, derneğimizden, vakfımızdan başlamalıyız. İslam'ın temel prensipleri çerçevesinde bütün eksikliklerimizi, sapmalarımızı, yozlaşmalarımızı, dünyevileşmelerimizi, iktidar sarhoşluğumuzu, düşmanı küçümsememizi, bütün sorumluluğu Cumhurbaşkanı'nın omuzlarına yükleyerek, temennilerle avunuşumuzu, ırk taassubu mezhep meşrep taassubu gibi hastalıklarımızı gözden geçirerek, hacılarımızın yeni bir başlangıç yaparak ülkelerine döndükleri şu günlerde onları ziyaret ederek, kutsal mekanlardan taşıdıkları samimiyet ve ihlası kuşanarak, bizler de yeni bir başlangıç yapmamız gerekir diye düşünüyorum.
FETÖ darbesinin 79 milyon insanımızın gönüllerinde meydana getirdiği tahribatı tamir edebilmek için Ehl-i Sünnet Akidesi çerçevesinde itikadımızı sağlama alacak, ibadet hayatımızı zenginleştirecek tedbirlerle kafirlere karşı onurlu, mümin kardeşlerimize karşı ise şefkatli ve merhametli duruşumuzu tazelemeliyiz.
Gün; ayrılık, itham, iftira, nifak, tekfir günü değildir. Gün; birlik beraberlik, muhabbet, dayanışma, yardımlaşma günüdür. STK'lar, cemaatler kendi otokritiklerini yaparak, taassup ve yanlışlarından vazgeçerek büyük bir dayanışma sergilemeli. FETÖ'nün tahrip ettiği bütün ahlaki meziyetlerimizi yeniden tamir etmelidirler.
Türkiye Cumhuriyeti, bu badireyi de atlatırsa ümmetin umudu olmakta büyük mesafe kat edecektir ve dünya ölçeğindeki büyük mücadeleler ahir zaman fitneleriyle boğuşma ve ilayı kelimetullah uğrunda feda-i can etme, bu ümmetin kurtuluşu olacaktır.
Geçmiş bayramınızı tebrik ederim. Paralel çetenin baskısı ile televizyon programımız iptal edildiğinden, emekli olduğum için de garip bir şekilde İl Müftülüğü'nün vaaz programından çıkarıldığım için sizlerle tek iletişimim MANŞET Gazetesindeki Pazartesi yazılarım olacaktır. Olanda hayır vardır.
Kalın sağlıcakla.